27 Ocak 2008 Pazar

Two Days in Paris

Two days in Paris romantik bir film. Ama romantik komedi değil, romantik-dram karışımı bir şey de değil. Bir ilişkiyi anlatıyor ve bu ilişkideki taraflardan biri Fransız bir kız, öbür köşedeki katılımcımız ise Amerikalı bir adam. 2-3 senedir beraber olan bu iki tip Avrupa tatillerinin 2 gününü kızın memleketi olan Fransa’da, Paris’te geçirmeye karar veriyorlar.

Film güzel çünkü:

1- Eğlenceli... Romantik atraksiyonlardan çabuk sıkılan biri olmama rağmen ben sıkılmadım. Kendini keşfeden, ilişkilerini yufka yoğurur gibi yoğuran, sorgulayan manyak film karakterleri yok. Film, bir tencere yağlı börek yemişsin gibi romantizmle içini baymıyor. İşte başarılı bir “ilişki” filmi. Hem de aşkın şehri olduğu iddia edilen Paris’i, aşkın şehri olarak değil de sade bir şehir olarak ele almış.

2- Oyuncular çok iyi. Kadın oyuncu Julie Delpy ( Before Sunrise’daki kız), erkek oyuncu ise Adam Goldberg. Başrolleri pek olmasa da bir sürü filmde karşımıza çıkan biri Adam Goldberg. (Joey adlı dizide Joey’nin kankası ve Joey’nin yeğeninin babası olduğu ortaya çıkan bir manyak vardı. İşte o oyuncu Adam Golberg) Kendisi bu filmde de karşımıza çıkıp Fransa’daki şaşkın Amerikalıyı çok güzel oynuyor.

3- “Kültür farkı nedir, yan etkileri nelerdir?”’ sorusunun yanıtı esprili ve ince ince yansıtılmış. Fransız kız Amerika’da ne tür kafayı yeme durumları atlattı bilmiyoruz ama Amerikalının Fransa’daki durumunu iyi anlıyoruz. “Two days in New York” u bu filmi baz alarak çekerlerse belki tersi durum nasıl oluyormuş onu da öğrenebiliriz.

4- İlişki dediğin böyle bir şey işte diyorsun. Kızın konuşmaları, saptamaları güzel, bir kızın önceki ilişkileri erkeği nasıl rahatsız ederi iyi anlatılmış. Karakterler kusursuz çizilmediği için gençlerin fiziksel ve ruhsal gelişimini de kötü etkilemez bence. Millet bir çok filmde gördüğü “yakışıklı, sofistike, güzel, akıllı, çekici, esprili, seksi” paket insanları gerçek yaşamda ararken delleniyor. Öyle bir insan arıyorsunuz bu filmi izleyin, biraz gerçekçilik çarpsın suratınıza.

25 Ocak 2008 Cuma

Sevgilisini Tasmayla Otobüse Bindiremedi


Resimde gördüğünüz şahıslar İngiltere’den bir kuple sevgili. Kendilerinden dünya basınının haberdar olması şu şekilde gerçekleşti; oğlan kızı hep tasmayla yanında dolaştırıyor ve otobüs şoförünün teki de bunları otobüse almıyor o halde. Onlar da otobüs şoförünü yetkili mercilere şikayet edeceklerini söylüyorlar. Gençlerimiz çok alınmış, özellikle kız. Kızın adı Tasha. Haberde geçtiğine göre kendisini şöyle ifade etmiş:

"Ben bir evcil hayvanım. Genellikle bir hayvan gibi davranıyorum ve bu sayede çok rahat yaşıyorum. Yemek ya da temizlik yapmıyorum. Dani olmadan bir yere gitmiyorum. İkimiz de bu durumdan memnunuz. İnsanlara garip gelebilir, ancak bu benim seçimim ve kimseye bir zararı yok" dedi. (Milliyet Gazetesi, 24 Ocak Perşembe, 2008).

"I am a pet, I generally act animal like and I lead a really easy life," she said."I don't cook or clean and I don't go anywhere without Dani. It might seem strange but it makes us both happy. It's my culture and my choice. It isn't hurting anyone." (Daily Mail, 23 Ocak Perşembe, 2008)

Haberin başlığını ilk gördüğümde “vay utanmaz adam” tepkisi vermiştim-“Sevgilisini Tasmayla Otobüse Bindiremedi”. Haberi okuyup fotoğrafı görünce ise bir kahkaha attım (çok sert (!) görüntüleri benim bünyede gülme etkisi yarattı). Kızın demecini okuyunca da kafada kız üstünde yoğunlaşan soru işaretleri oluştu. Bu kız hayvan gibi davrandığını söylüyor. Açıklaması ise yemek ve temizlik yapmaması. İşte bu noktada yarattıkları sert ve toplumu kaale almayan imajlarının dipte ne kadar temelsiz olduğunu fark ettim.

Tasha ile bir rakı sofrasında karşılıklı muhabbet etmişliğimiz, bir pijama partisinde sıcak kakaolarımızı içerken ilişkiler hakkında konuşmuşluğumuz yok. Bu yüzden Tasha hakkındaki yorumlarımı bu haber için verdiği demece dayanarak yapıyorum. Tasha kızımız çok bi marjinal, amma velakin aynı zamanda toplumun dayattığı kadın erkek rollerini de bir o kadar içine zararlı ölçüde sindirmiş. Öyle ki “Kızım neden kendini hayvan gibi hissediyorsun” diye sorulduğunda “Eee, ööö ben tost bile yapamam. Bulaşık yıkamaktan da haz etmiyorum zaten.” diyor.

Küçükken annem sofrayı toplarken biz yemek biter bitmez kaçtığımızda, o yerleri süpürürken biz ayaklarımızı uzatmış tv izlerken annem “Eşek sıpaları evde de kalırsınız siz bu gidişle, almaz kimse sizi” derdi. Gel gör ki hiç bizi hayvanlıkla suçlamadı annem, bizi tasmayla da dolaştırmadı. Zaten bu durumda kadınların %93,7 si erkek arkadaşlarını tasmayla gezdirmeli, çünkü erkek arkadaşların da pek temizlikle alakalı olduğunu söyleyemeyiz. Ya da bunun erkek versiyonu daha farklı olmalı belki, kadınlar iş bulamayan kocalarını tasmayla gezdirsin. Yok daha neler!

Ben gerçekten Tasha’yı incelemek istiyorum. Erkek arkadaşı olmadan bir yere gitmemek ve temizlik yapmamak dışında ne gibi hayvanlıklar yapıyor? İnsan adını verdiğimiz hayvanın hangi özeliklerini gösteriyor? Kendini bütünleştirdiği, örnek aldığı bir hayvan var mı? Erkek arkadaşı çok mu insanmış? Neymiş ne değilmiş öğrenmek istiyorum.

Son olarak Tasha üzülmesin demek istiyorum. Eğer bu dünyada iyi bir insan olursa belki bir sonraki hayatında zengin bir kadının kedisi, veya bir motorsikletçinin siyah dobermanı olur. İstediği kadar tasmayla dolaşıp klübede yatar. Biraz sabır Tasha! Zaten bu hayat da testten başka bişey değil , yaa yaa :p


16 Ocak 2008 Çarşamba

Ağzıyla Müzik Yapan adam


Beat Box denen adamlar oluyor etrafta. Etrafta dediğim Türkiye'de varlar mı bir fikrim yok ama yurtdışında ağzıyla çıp çık dum tıs sesler çıkarıp tüm bir orkestranın seslerini ağzınla yapmak ilgi uyandıran bir şey. Genelde rap, hip hop şarkılarını seslendiriyorlar (?)- bol ritimli ya ondan.

Demek istediğim şu: Ne kadar gereksiz işlerle uğraşıyor insanlar.

"Aman allahım muhteşem", "Süper yetenek", "Büyüleyici" gibi etiketler altında bana birsürü kişiden gelen videolardan biri şu :

http://www.youtube.com/watch?v=BCuWeXZi05w

Adamın belli ki deli gibi bir ritim kulağı, yeteneği var. Islık bile çalamayan insanlar var olduğunu düşünürsek gerçekten insanların azimle neyi yapabilceklerinin güzel bir örneği. Yine de her girişimi sırf değişik ve 1000'de bir yapılabilcek birşey diye takdir edemeyiz. Kimbilir belki ben de geğirerek Carmina Burana'yı söyleyebilcek yeteneğe sahibimdir. Ama eğer böyle bir altyapıya sahipsem bu aynı zamanda bende iyi bir gırtlak olduğuna da işarettir. O zaman, geğirmek yerine opera eğitimi almam daha mantıklı olabilir. Ağzıyla cum çik tıs tıs yapan adam da belli ki süper bir kulağa sahip. Kendisine bir teyze edasıyla "evladım git daha düzgün bir şeyler yap" demek istiyorum.

14 Ocak 2008 Pazartesi

İşler Kesat mı Kesat


Geçen sene bu zamanlar aklıma geliyor da Eylül’de başlamış olan ve ardı arkası kesilmeyen bir konser furyası vardı. Tam konserler Mart gibi azaldı derken Mayıs'la beraber havaların sıcaklığı coştu ve açık hava konser mekânları kepenkleri açtı. Aklıma gelen güzide ünlüler arasında Deftones, İncubus, Tool, Morissey, yine festivallerle teşrif etmiş olan Smashing Pumpkinsler Chris Cornellar, festivalsiz gelen Dream Theater ve daha bir sürü grup... İlgi alanıma girmediği için bilemiyorum tam olarak isimlerini ama metal müzik camiasının da sevinçten götlerini tavana vurdurtan konuklar İstanbul’a teşrif ettiler.

İnsan üzülüyor acaba eski yoğunluk geri gelmeyecek mi diye. Şaka maka şeytanın bacağını kırdığımıza inanmıştım ben, ama belli ki yanılmışım. Artık ünlü grupların dünya turnelerinin 2- bilemedin 1-güncüğünü çalabilen şehirlerden biri olmuştu İstanbul. Heyhat listeden çıkarılmışız demek ki. Alternafif rock, metal, grunge- kısacası rock konserleri açısından son derece kesat bir döneme girmiş durumdayız. 4 senelik organizasyon geçmişim bana gösteriyor ki benim 4 sene zaten bir Altın Dönem içinde geçmiş- üniversitelerin öğrenci klüplerinin bile yabancı grupları festivallerine getirebildiği süper bir dönem.

Son zamanlarda mantar gibi türeyen organizasyon şirketlerinin rock müzikte yerli rock a ağırlık verdiklerini aşikar. Yerli gruplar tabii ki yabancı gruplardan çok çok daha az para istiyor, ve diğer masrafları da yabancı gruplarınki kadar devasal değil. Bu sebeple Park Orman gibi yerlerde rock namına Duman, Mor ve Ötesi ve Gripin gibi grupları görmek mümkünken hani bir Strokes, Dredg diye soruyor insan. Hem Strokes hem de Dredg dünya turnelerini yakın zamanda tamamladılar ve ne yazik ki durakları arasında İstanbul bulunmamaktaydı.

Sorun şu ki Duman, Mor ve Ötesi, Emre Aydın (Emre Aydın da ne kadar rockçı sayılırsa artık!) gibi sanatçılar zaten barlarda 2-3 ayda bir, bazen her hafta sahne alıyorlar. Bu kişileri büyük bir ismin altında bir araya getirmedikten sonra canlı performans namına çok da büyük bir ilerleme yok demektir.

Kesinlikle eski günlerimi geri istiyorum. Etkinlik sitelerine girdiğimde “Hangisini seçiyim” diye şaşkınlaşmayı istiyorum. Ekşi sözlüğün sol frame’inde “Hede 10 Mart İstanbul konseri” başlığını görüp aman allahım bunlar da mı geliyor diye heyecan yaptığım günleri istiyorum.

Son olarak nostalji yapma damarım kabardığı için şuanda üniversitesinin ilk senesinde olup konserden konsere koşmak için can atan gençlere demek istiyorum ki “Bizim zamanımızda böyle değildi”. Yeni nesil açısından üzücü bu. Aslında bizim açımızdan da üzücü. Bir sürü büyük grubu canlı izlemiş olabilirim ama daha gitmem gereken, izlemek için can attığım bir sürü sanatçı var. Ha ilerde zengin olup ülkeden ülkeye gezerken ülke seçimlerini grupların turlarına bakarak seçmek de bir seçenek. Ama neden o günleri bekleyeyim ki değil mi?



blogger templates 3 columns | Make Money Online