23 Mart 2008 Pazar

İstanbul'da Turist Gezdirmece


Diyelim ki enternasyonel bir insansınız. Çeşit çeşit ülkeden arkadaşlarınız var, ve sizi o kadar seviyorlar ki atlayıp uçaklara gemilere sizi ziyarete gelecekler. Bu hikayede bir de İstanbul'da olmanız icap etmekte, diğer türlü yazının içeriğiyle özdeşleşmeniz zor olabilir.

Bugünkü dersimiz dolayısıyla İstanbul'a gelen turistleri nerelere götüreceğimizle ilgili. Yakın zamanda çizme şeklindeki güzide ülkeden gelecek bir konuk için ufak çaplı bir araştırma yaptık, ve oluşturduğumuz listedeki mekanları teker teker gezdik dolaştık. İşte Taksim, Nişantaşı, ve Ortaköyü kapsayan ufak bir liste. Bir günde ancak bu kadar mekanı dolaşabildik.

Sitelere bakarak mekanların neye benzediği görebilirsiniz. Yemek servisli olanların menülerini parti konser mekanlarının ise aylık programları yine web sitelerinde bulunmakta. Kendi sitesi bulunmayan siteler için de bir güzellik yaptım. Hayır onlara web sitesi açmadım, mekanlarla ilgili başka bir sitedeki linklerini verdim.


Ghetto: http://www.ghettoist.com/

Leb-i Derya: http://www.lebiderya.com/

Pano Şarapevi: http://www.istanbul.net.tr/istanbul_restoran_detay.asp?id=2616

360: http://www.360istanbul.com/

Litera: http://www.bigglook.com/biggistanbul/yemeicme/RestoranDetay.asp?id=4645

House Cafe: http://www.thehousecafe.com.tr/

Banyan: http://www.banyanrestaurant.com/tr

Buzz Bar:
http://www.istanbul.net.tr/istanbul_restoran_detay.asp?id=4350

Niş Bar:
http://www.istanbul.net.tr/istanbul_bar_detay.asp?id=5188

Nardis:
http://www.nardisjazz.com/2007-8/main_interface.html

İstanbul Jazz Center:
http://www.istanbuljazz.com/

Hayal Kahvesi: http://www.hayalkahvesibeyoglu.com/

11 Mart 2008 Salı

Trio Mrio'nun Evrilmiş Hali Quartet Muartet


Başlıkta bahsi geçen grup eğer bünyesine bir üye daha alırsa ne olacak bilmiyorum. Latincem süper diil o yüzden Pentagon Mentagon mu olur Pentagram Mentagram mı karar veremedim.

Alp Ersönmez (bass, resimde en solda), Sarp Maden (gitar, en sağda), ve Volkan Öktem (davul, sağdan ikinci) Trio Mrio adında bir grup iken gün geliyor Genco Arı (piyano, resimde soldan ikinci şahıs) aralarına katılıyor ve grup şuanki halini Quartet Muartet adıyla almış bulunuyor. Hayal Kahvesi'nde her ay 1-2 akşam sahne alıyorlar son birkaç aydır. Arada sırada Nardis'te de rastlamak mümkün kendilerine.

Quartet Muartet yoğun mu yoğun (?) bir caz çalıyor (bir caz?).. Demek istediğim enstrümantel cazın doğaçlamanın hat safhada olduğu eserleri var, demek istediğim jazz fusion yapıyorlar. 2 adet de albüm doğurmuşlar:

1. Dokuz Parça 2. Dokuz Parça Daha

Hoşuma giden parçalarından tavsiye amaçlı önerebileceklerim Mr. Shuffle, Bobi, Bir İleri Bir Geri, ve Küçük Tomurcuk.

Quartet Muartet'i izleyip insan bunalıma giriyor, yok canım ben enstrüman falan çalmıyorum benim yaptığım başka bir aktivite heralde diyor insan. Volkan Öktem o kadar güzel çalıyor ki sayamıyorsunuz, ama o sayıyor, dağıttı toparlayamayacak derken bir bakıyorsunuz uzun sololardan sonra toparlamış tekrar şarkıyı. Bassçı Alp Ersönmez ise bence grubun en sempatik en eğlenceli şahsı. Bassı çalarken şekilden şekle giriyor, dengesini kaybedecek şimdi bassla yuvarlancak yerde diyorsunuz ama ben daha düştüğünü görmedim. Dinlemesi de izlemesi de zevkli bir grup kısacası.

Sizlerin de cazzı gelirse gidiniz dinleyiniz.

6 Mart 2008 Perşembe

SIFIR KM


Bas, vokal: Levent Yüksek
Davul: Volkan Öktem
Gitar: Ant Şimşek


Sıfır KM yukarıdaki 3 kahramandan oluşan bir grup. Eğer Levent Yüksel'in solo albümlerinden şarkılar dinlemeye gidecekseniz umduğunuzu pek bulamayacaksınız demektir, çünkü bu grup Levent Yüksel şarkılarını çalmak için biraraya gelmiş bir grup değil. Sahnede Levent Yüksel ve saz arkadaşları ibaresiyle değil Sıfır KM adında yeni bir grup olarak bulunuyorlar. Bu konuya bir açıklık getirme ihtiyacı duyuyor tabi insan, çünkü insanların ilk aklına gelen şey Med Cezir'den şarkılar dinleyebilmek oluyor Levent Yüksel söz konusu olunca. Toplarlamak gerekirse, Sıfır KM konserine gittiğinizde Levent Yüksel'i bassçı kişiliği ile izleme şansını daha çok yakalıyorsunuz ki bu da son derece keyif verici birşey.

Grubun parçaları enstrümantal genelde, ama Levent Yüksel'in sesini duyabileceğiniz sözlü parçaları da var. Ne tür çalıyorlar deseniz kafamda bir soru işareti...Progresif rock mı pek değil, ama en çok o kategoriye yakıştırdım ben. Bu abilerimizin şimdilik tonlarca bestesi yok, ama bir albüm çıkartacak kadar eserleri var, ve yakında albümleri de çıkacakmış.

"Med Cezir dinlemek istiyorsanız bu konsere gitmeyin" dedim başlangıçta ama şimdilik Med Cezir veya Levent Yüksel'in diğer albümlerinden de şarkılar çalıyorlar konserlerinde. Bunların nedenlerinden birisi Sıfır KM'nin beste sayısının çok olmaması. O yüzden playlistlerinde coverlara yer veriyorlar. Bir diğer neden de sahnede Levent Yüksel varken, adamın da kendi albümünden şarkıları güzelken o şarkılardan da söylemiş oluyorlar. Üçüncü bir neden olarak da izleyicinin beklentisini ekleyebiliriz. Bir çok kişi Levent Yüksel'in parçalarını dinlemek için gidiyor. Sıfır KM neymiş, ne tür çalarmış fazla bilgileri yok. Konserin nabzını tutmak o kadar da zor olmuyor zaten. Dinleyicilerin büyük bir kısmı grubun kendi parçalarında sakinken Levent Yüksel'den bir güfte duyunca coşuyor. İki bilindik şarkıdan sonra tekrar kendi bestelerine geçiş yapıyorlar.

"Seyircinin ayağı alışsın" için iyi bir yöntem aslında. Sırf kendi parçalarını çalsalar belki insanlar daha çok sıkılacak, sonra kendilerini tanıtma ihtimalleri de azalacak. Ama benim gibi insanların eğlenmesi için aralara Levent Yüksel parçaları kondurmaya gerek yok. Grupta 3 adet bu kadar yetenekli eleman varken kötü çalmaları imkansız zaten. Ben kendilerine ait bestelerini de çok sevdim. Albüm çıkınca alınası bir albüm olacaktır. Umarım Sıfır KM yakında rüştünü ispatlar birçokların gözünde. Ondan sonra da bir tek kendilerine ait parçaları dinleyebileceğimiz konserleri de izlemek nasip olur.

18 Şubat 2008 Pazartesi

From Turkey Purple and Beyond ....Delii















Bu sene Mor ve Ötesi'nin Eurovision'a katılacağını duyduğumda neden "hayır hayıır" nidaları attım bilmiyorum. Ya da biliyorum ama en büyük sebebi ne onu ayrıştırabilmiş değilim. Birincisi Morları sevdiğim için iyi bir şarkı çıkartamazlarsa elalemin diline düşüceklerinden korktum. İkincisi Eurovision'u gereksiz buluyorum ve onların katılacak kadar önemsemesi sinirimi bozdu. Üçüncüsü haksız ve alakasız bir sürü eleştiriye de maruz kalacaklardı büyük ihtimalle.

Mor ve Ötesi'nin mesaj verme kaygısı çoğu kişiyi sinir eder ya beni hiç etmez. Şahnsen benim üstüme düşeni yapmadığımı düşündüğüm bir devirde birilerinin insanlara mesaj vermeye çalışması, dünyada birşeyler ters gidiyor demesi hoşuma gidiyor, ayrıca benim vicdanım rahatlıyor. İkincisi dedikleri şeylerin çoğunda da haklılar. Nükleer santraller kurulmasın diye de bas bas bağırdılar, savaş çıkmasın diye de. Eurovision'a katılacakları açıklandığında bazı kişiler "Iyy bunlar şimdi mesaj da verir tüm şarkılarında" dediler. Ben demedim, desinler tabi ama neden Eurovision'da?

Aylar geçti ve "Deli" adlı şarkı ortaya çıktı. Rahat bir oh çektiğimi söyleyebilirim. Güzel bir şarkı olmuş. Her Türkiye Eurovision şarkısı gibi de darbuka ve oyun havası içermiyor zorlama bi şekilde. Kerem Kabadayı da çok güzel davullar yazdığı için kendisine teşekkür ediyoruz.

Eurovision 2008'de Türkiye'nin şarkısı Deli'nin sözleri şöyle:

aranıyor sahibi ruhumun,
tam yerine mi düştüm?
direniyor faili tutkunun,
kızmış ve küçülmüş.

aranıyor sahibi ruhumun,
tam yerine mi düştüm?
direniyor, direniyor, direniyor...

beni büyütün, ağlatmayın,
sevginiz nerde, övündüğünüz?
beni büyütün, aldatmayın,
sahte düşlerle oyalamayın.

aranıyor sahibi ruhumun,
tam yerine mi düştüm?
direniyor faili tutkunun,
kızmış ve küçülmüş.

aranıyor sahibi ruhumun,
tam yerine mi düştüm?
direniyor, direniyor, direniyor...

beni büyütün, ağlatmayın,
sevginiz nerde, övündüğünüz?
beni büyütün, aldatmayın,
sahte düşlerle oyalamayın.

bir yarım akıllı, bir yarım deli
dört yanım akıllı, bir yanım deli
herkes akıllı, bir ben deli
bir ben deli, bir ben deli...

beni büyütün, ağlatmayın,
sevginiz nerde, övündüğünüz?
beni büyütün, aldatmayın,
sahte düşlerle oyalamayın.

If I Was a Flower Growing Wild and Free, All I'd Want is You to Be My Sweet Honey Bee

Belki de siz 16 yaşında hamile kalan genç bir kız olsaydınız kafayı yer, duvarları yumruklar, kontrolü elden kaybedip sokaklarda deli dana gibi koşturmaya başlardınız. Bu film öyle birini anlatan bir film değil. Yani "belki" gerçekçi olmadığı söyenebilir. Ama yine de çok güzel bir film Juno. Ellen Page iyi bir aktris, filmde en iyi oyunculuğu o çıkartıyor, ve gelecekte daha da güzel yapımlarda kendisini göreceğimiz havası yaratıyor.

Tamam, belki güzel filmlerde göremeyiz. Bu sanatçı kısmısının kariyerinin hangi noktasında nasıl saçmalayabileceği belli olmaz. Ancak, Ellen Page aklı başında biri gibi duruyor, ve kesin ben bu kanıya filmde canlandırdığı karakter yüzünden kapıldım. Demek ki rolle gerçek hayatı birbirine karıştırma becerisine sahibim. Hımmm aferin bana.


Birçok yerde Juno için "Bunu seven Little Miss Sunshine"ı da sevdi diyor. Ben Juno'yu sevdim. O yüzden bu yönlendirme dahilinde Little Miss Sunshine'ı da izleyeceğim. Onun hakkındaki görüşleri de yakında buradan tüm dünyaya duyururum artık.


Group Passiflora


Önce kimlik bilgilerini verelim:

Levent Altındağ: Flüt ve saksafon
Şenova Ülker: Trompet
Erdem Sökmen: Gitar
Serkan Özyılmaz: keyboard
Eylem Pelit: bass
Volkan Öktem: davul

Herbiri Türkiye'nin önde gelen müzisyenlerinden oluşan muhteşem bir grup Group Passiflora. Adlarını aldıkları Passiflora adlı ilaç gibi bir etkiyi ise benim bünyede göstermemekteler. Çünkü bütün bir performans boyunca bu adamlar nasıl bu kadar güzel çalıyor diye kriz geçirmekle meşgulum. Gözlerinizi 10 saniye bile ayırmaya kıyamayacağınız bir performans gösteriyorlar ve bu yüzden bin kere de olsa izlerim bu adamları diyorsunuz.

Levent Altındağ, Erdem Sökmen ve gruba yeni katılan Şenova Ülker yaşını başını almış, hoca kıvamında, müzik piyasasında uzun bir geçmişe sahip 3 sanatçı. Grubun diğer 3 üyesi olan Eylem Pelit, Volkan Öktem ve Serkan Özyılmaz ise daha gençler amma velakin sanmayın ki hocalarının yanında sönük ya da acemi kalıyorlar. Öyle anlar oluyor ki onlar kontrolü ele alıyor ve öne geçiyor. Zaten allah aşkına genç nesil diye bahsettiğim insanlarda koskoca Volkan Öktem mesela.. Volkan Öktem dahil diğerleri çoktan rüştünü ispatlamış ve aranan müzisyenler olmuş tipler. Group Passiflora'da hiçbir sanatçının diğerinin üzerinden üstünlüğü yok gibi gözüküyor. Sadece kendi ilgi alanınıza giren enstürmanı çalan şahsın içine daha çok düşmeniz mevcut.. Benim için Volkan Öktem'de gerçekleştiği gibi.

Group Passiflora Hayal Kahvesi'nde ve Nardis'te çıkıyor bu aralar bol bol.. Buaralar dediğim 2007 ve geldiğimiz kadarı ile 2008'den bahsediyorum. Kendilerini dinlemek isteyenler myspace sayfalarındaki duyuruları da takip edebilir, facebook gruplarından da bakabilir. Zaten artık bir grup için "nerede ne zaman nasıl"'ı öğrenmek çok kolay. Bu kolaylığı kullanın ve eğlenceli bir gece geçirin derim.

Yeni jazz dinlemeye başlayanlara ayrıyetten Group Passiflora'yı öneririm. Size ağır gelmeyecek ve sıkmayacaktır. Bu işin yenileri anlayacaktır ne demek istediğimi. Eğer caz klüb ortamları sizi şuana kadar boğduysa da mekan olarak Nardis değil de Hayal Kahvesi'nde dinlemenizi öneririm.

En son olarak myspace sayfası linkini vereyim. Hem grubu takip etme olanağı sağlar hem de performanslarından nacizane örnekler izleyip hayvan Volkan Öktem deme fırsatı yakalarsınız.. Kaçırmayın!

http://www.myspace.com/passifloraistanbul


10 Şubat 2008 Pazar

Gülmek İstiyorum Sayın Seyirciler

Penguen dergisi 31 Ocak Perşembe.. Seyit Ali Aral'ın İçli Köfte adlı köşesinden bir öneri (?)..

"Yavukluyla birbirinize birer küçük balon verin, ama o balonları kendi nefesinizle şişirin. Sevdalı nefeslerinizi birbirinize emanet edin. Bir gün hayat sizi boğduğunda, saldığınızda nefesleri havaya, aşkın nefesi ne dert bırakır ne tasa."

Özet geçelim: Şişirilmiş balonu çözüp havasını suratımıza üfürüyoruz, aşka geliyoruz.

Okudum ben bunu, en az komik karikatür okumuşum gibi kahkaha atasım geldi, gelin görün ki otobüsteydim atamadım. İçimde patladı. Penguen bir mizah dergisi olsa bile bunu yazan arkadaşın ciddi olduğunun ve gözlerinden kalpler fırlattığının farkındayım...Aman allahım! Kendisini en az Cosmopolitan dergisindeki şu tavsiyeyi veren yazar kadar tebrik ediyorum "Erkek arkadaşınıza tatlı bir süpriz yapın ve onun iç çamaşırı çekmecesindeki en sevdiğiniz boxerının içine gül yaprakları dökün. unutmayın ki erkekler de en az kadınlar kadar çiçekleri severler aslında."

Verdikleri tavsiyeler uygulanıyor mu diye takip etmiyorlarsa ben edebilirim. Ya da Güzin Abla olup herkese manyak tavsiyeler vermek istiyorum aşk hayatlarına heyecan katsınlar diye. Şu aşk doktoru niyetine antin kuntin tavsiye verenlerden olayım ben de, neyim eksik? Eğer kariyer planlarım istediğim gibi gitmezse bu yolu seçeceğimdir.

27 Ocak 2008 Pazar

Two Days in Paris

Two days in Paris romantik bir film. Ama romantik komedi değil, romantik-dram karışımı bir şey de değil. Bir ilişkiyi anlatıyor ve bu ilişkideki taraflardan biri Fransız bir kız, öbür köşedeki katılımcımız ise Amerikalı bir adam. 2-3 senedir beraber olan bu iki tip Avrupa tatillerinin 2 gününü kızın memleketi olan Fransa’da, Paris’te geçirmeye karar veriyorlar.

Film güzel çünkü:

1- Eğlenceli... Romantik atraksiyonlardan çabuk sıkılan biri olmama rağmen ben sıkılmadım. Kendini keşfeden, ilişkilerini yufka yoğurur gibi yoğuran, sorgulayan manyak film karakterleri yok. Film, bir tencere yağlı börek yemişsin gibi romantizmle içini baymıyor. İşte başarılı bir “ilişki” filmi. Hem de aşkın şehri olduğu iddia edilen Paris’i, aşkın şehri olarak değil de sade bir şehir olarak ele almış.

2- Oyuncular çok iyi. Kadın oyuncu Julie Delpy ( Before Sunrise’daki kız), erkek oyuncu ise Adam Goldberg. Başrolleri pek olmasa da bir sürü filmde karşımıza çıkan biri Adam Goldberg. (Joey adlı dizide Joey’nin kankası ve Joey’nin yeğeninin babası olduğu ortaya çıkan bir manyak vardı. İşte o oyuncu Adam Golberg) Kendisi bu filmde de karşımıza çıkıp Fransa’daki şaşkın Amerikalıyı çok güzel oynuyor.

3- “Kültür farkı nedir, yan etkileri nelerdir?”’ sorusunun yanıtı esprili ve ince ince yansıtılmış. Fransız kız Amerika’da ne tür kafayı yeme durumları atlattı bilmiyoruz ama Amerikalının Fransa’daki durumunu iyi anlıyoruz. “Two days in New York” u bu filmi baz alarak çekerlerse belki tersi durum nasıl oluyormuş onu da öğrenebiliriz.

4- İlişki dediğin böyle bir şey işte diyorsun. Kızın konuşmaları, saptamaları güzel, bir kızın önceki ilişkileri erkeği nasıl rahatsız ederi iyi anlatılmış. Karakterler kusursuz çizilmediği için gençlerin fiziksel ve ruhsal gelişimini de kötü etkilemez bence. Millet bir çok filmde gördüğü “yakışıklı, sofistike, güzel, akıllı, çekici, esprili, seksi” paket insanları gerçek yaşamda ararken delleniyor. Öyle bir insan arıyorsunuz bu filmi izleyin, biraz gerçekçilik çarpsın suratınıza.

25 Ocak 2008 Cuma

Sevgilisini Tasmayla Otobüse Bindiremedi


Resimde gördüğünüz şahıslar İngiltere’den bir kuple sevgili. Kendilerinden dünya basınının haberdar olması şu şekilde gerçekleşti; oğlan kızı hep tasmayla yanında dolaştırıyor ve otobüs şoförünün teki de bunları otobüse almıyor o halde. Onlar da otobüs şoförünü yetkili mercilere şikayet edeceklerini söylüyorlar. Gençlerimiz çok alınmış, özellikle kız. Kızın adı Tasha. Haberde geçtiğine göre kendisini şöyle ifade etmiş:

"Ben bir evcil hayvanım. Genellikle bir hayvan gibi davranıyorum ve bu sayede çok rahat yaşıyorum. Yemek ya da temizlik yapmıyorum. Dani olmadan bir yere gitmiyorum. İkimiz de bu durumdan memnunuz. İnsanlara garip gelebilir, ancak bu benim seçimim ve kimseye bir zararı yok" dedi. (Milliyet Gazetesi, 24 Ocak Perşembe, 2008).

"I am a pet, I generally act animal like and I lead a really easy life," she said."I don't cook or clean and I don't go anywhere without Dani. It might seem strange but it makes us both happy. It's my culture and my choice. It isn't hurting anyone." (Daily Mail, 23 Ocak Perşembe, 2008)

Haberin başlığını ilk gördüğümde “vay utanmaz adam” tepkisi vermiştim-“Sevgilisini Tasmayla Otobüse Bindiremedi”. Haberi okuyup fotoğrafı görünce ise bir kahkaha attım (çok sert (!) görüntüleri benim bünyede gülme etkisi yarattı). Kızın demecini okuyunca da kafada kız üstünde yoğunlaşan soru işaretleri oluştu. Bu kız hayvan gibi davrandığını söylüyor. Açıklaması ise yemek ve temizlik yapmaması. İşte bu noktada yarattıkları sert ve toplumu kaale almayan imajlarının dipte ne kadar temelsiz olduğunu fark ettim.

Tasha ile bir rakı sofrasında karşılıklı muhabbet etmişliğimiz, bir pijama partisinde sıcak kakaolarımızı içerken ilişkiler hakkında konuşmuşluğumuz yok. Bu yüzden Tasha hakkındaki yorumlarımı bu haber için verdiği demece dayanarak yapıyorum. Tasha kızımız çok bi marjinal, amma velakin aynı zamanda toplumun dayattığı kadın erkek rollerini de bir o kadar içine zararlı ölçüde sindirmiş. Öyle ki “Kızım neden kendini hayvan gibi hissediyorsun” diye sorulduğunda “Eee, ööö ben tost bile yapamam. Bulaşık yıkamaktan da haz etmiyorum zaten.” diyor.

Küçükken annem sofrayı toplarken biz yemek biter bitmez kaçtığımızda, o yerleri süpürürken biz ayaklarımızı uzatmış tv izlerken annem “Eşek sıpaları evde de kalırsınız siz bu gidişle, almaz kimse sizi” derdi. Gel gör ki hiç bizi hayvanlıkla suçlamadı annem, bizi tasmayla da dolaştırmadı. Zaten bu durumda kadınların %93,7 si erkek arkadaşlarını tasmayla gezdirmeli, çünkü erkek arkadaşların da pek temizlikle alakalı olduğunu söyleyemeyiz. Ya da bunun erkek versiyonu daha farklı olmalı belki, kadınlar iş bulamayan kocalarını tasmayla gezdirsin. Yok daha neler!

Ben gerçekten Tasha’yı incelemek istiyorum. Erkek arkadaşı olmadan bir yere gitmemek ve temizlik yapmamak dışında ne gibi hayvanlıklar yapıyor? İnsan adını verdiğimiz hayvanın hangi özeliklerini gösteriyor? Kendini bütünleştirdiği, örnek aldığı bir hayvan var mı? Erkek arkadaşı çok mu insanmış? Neymiş ne değilmiş öğrenmek istiyorum.

Son olarak Tasha üzülmesin demek istiyorum. Eğer bu dünyada iyi bir insan olursa belki bir sonraki hayatında zengin bir kadının kedisi, veya bir motorsikletçinin siyah dobermanı olur. İstediği kadar tasmayla dolaşıp klübede yatar. Biraz sabır Tasha! Zaten bu hayat da testten başka bişey değil , yaa yaa :p


16 Ocak 2008 Çarşamba

Ağzıyla Müzik Yapan adam


Beat Box denen adamlar oluyor etrafta. Etrafta dediğim Türkiye'de varlar mı bir fikrim yok ama yurtdışında ağzıyla çıp çık dum tıs sesler çıkarıp tüm bir orkestranın seslerini ağzınla yapmak ilgi uyandıran bir şey. Genelde rap, hip hop şarkılarını seslendiriyorlar (?)- bol ritimli ya ondan.

Demek istediğim şu: Ne kadar gereksiz işlerle uğraşıyor insanlar.

"Aman allahım muhteşem", "Süper yetenek", "Büyüleyici" gibi etiketler altında bana birsürü kişiden gelen videolardan biri şu :

http://www.youtube.com/watch?v=BCuWeXZi05w

Adamın belli ki deli gibi bir ritim kulağı, yeteneği var. Islık bile çalamayan insanlar var olduğunu düşünürsek gerçekten insanların azimle neyi yapabilceklerinin güzel bir örneği. Yine de her girişimi sırf değişik ve 1000'de bir yapılabilcek birşey diye takdir edemeyiz. Kimbilir belki ben de geğirerek Carmina Burana'yı söyleyebilcek yeteneğe sahibimdir. Ama eğer böyle bir altyapıya sahipsem bu aynı zamanda bende iyi bir gırtlak olduğuna da işarettir. O zaman, geğirmek yerine opera eğitimi almam daha mantıklı olabilir. Ağzıyla cum çik tıs tıs yapan adam da belli ki süper bir kulağa sahip. Kendisine bir teyze edasıyla "evladım git daha düzgün bir şeyler yap" demek istiyorum.

14 Ocak 2008 Pazartesi

İşler Kesat mı Kesat


Geçen sene bu zamanlar aklıma geliyor da Eylül’de başlamış olan ve ardı arkası kesilmeyen bir konser furyası vardı. Tam konserler Mart gibi azaldı derken Mayıs'la beraber havaların sıcaklığı coştu ve açık hava konser mekânları kepenkleri açtı. Aklıma gelen güzide ünlüler arasında Deftones, İncubus, Tool, Morissey, yine festivallerle teşrif etmiş olan Smashing Pumpkinsler Chris Cornellar, festivalsiz gelen Dream Theater ve daha bir sürü grup... İlgi alanıma girmediği için bilemiyorum tam olarak isimlerini ama metal müzik camiasının da sevinçten götlerini tavana vurdurtan konuklar İstanbul’a teşrif ettiler.

İnsan üzülüyor acaba eski yoğunluk geri gelmeyecek mi diye. Şaka maka şeytanın bacağını kırdığımıza inanmıştım ben, ama belli ki yanılmışım. Artık ünlü grupların dünya turnelerinin 2- bilemedin 1-güncüğünü çalabilen şehirlerden biri olmuştu İstanbul. Heyhat listeden çıkarılmışız demek ki. Alternafif rock, metal, grunge- kısacası rock konserleri açısından son derece kesat bir döneme girmiş durumdayız. 4 senelik organizasyon geçmişim bana gösteriyor ki benim 4 sene zaten bir Altın Dönem içinde geçmiş- üniversitelerin öğrenci klüplerinin bile yabancı grupları festivallerine getirebildiği süper bir dönem.

Son zamanlarda mantar gibi türeyen organizasyon şirketlerinin rock müzikte yerli rock a ağırlık verdiklerini aşikar. Yerli gruplar tabii ki yabancı gruplardan çok çok daha az para istiyor, ve diğer masrafları da yabancı gruplarınki kadar devasal değil. Bu sebeple Park Orman gibi yerlerde rock namına Duman, Mor ve Ötesi ve Gripin gibi grupları görmek mümkünken hani bir Strokes, Dredg diye soruyor insan. Hem Strokes hem de Dredg dünya turnelerini yakın zamanda tamamladılar ve ne yazik ki durakları arasında İstanbul bulunmamaktaydı.

Sorun şu ki Duman, Mor ve Ötesi, Emre Aydın (Emre Aydın da ne kadar rockçı sayılırsa artık!) gibi sanatçılar zaten barlarda 2-3 ayda bir, bazen her hafta sahne alıyorlar. Bu kişileri büyük bir ismin altında bir araya getirmedikten sonra canlı performans namına çok da büyük bir ilerleme yok demektir.

Kesinlikle eski günlerimi geri istiyorum. Etkinlik sitelerine girdiğimde “Hangisini seçiyim” diye şaşkınlaşmayı istiyorum. Ekşi sözlüğün sol frame’inde “Hede 10 Mart İstanbul konseri” başlığını görüp aman allahım bunlar da mı geliyor diye heyecan yaptığım günleri istiyorum.

Son olarak nostalji yapma damarım kabardığı için şuanda üniversitesinin ilk senesinde olup konserden konsere koşmak için can atan gençlere demek istiyorum ki “Bizim zamanımızda böyle değildi”. Yeni nesil açısından üzücü bu. Aslında bizim açımızdan da üzücü. Bir sürü büyük grubu canlı izlemiş olabilirim ama daha gitmem gereken, izlemek için can attığım bir sürü sanatçı var. Ha ilerde zengin olup ülkeden ülkeye gezerken ülke seçimlerini grupların turlarına bakarak seçmek de bir seçenek. Ama neden o günleri bekleyeyim ki değil mi?



blogger templates 3 columns | Make Money Online