30 Aralık 2007 Pazar

Gönlü Zengin Jazz Sever Bayanlara Duyrulur

İstanbul Jazz Center’da Salı günleri “Ladies Night” olduğu için bayanlar bara ellerini kollarını ve minik çantalarını sallaya sallaya girebilme lüksüne sahipler. Kadınlara bu ayrıcalık neden tanınır, erkeklere de bedava yapsalar ortamın kalitesi mi düşer, kadınları erkekleri de çekmek için yem olarak mı kullanıyorlar gibi tartışmaları şimdilik bir kenara atarsak kadınlar için yeni mekanlar öğrenip yeni gruplar dinlemek için her zaman iyi bir fırsattır “ladies night” girişimleri. Biz de aynı amaçla İstanbul Jazz Center’a uğrayıp gerçekten şık bir jazz bar nasıl olurmuş ona bakalım dedik. Giydiğimiz kıyafet abes mi kaçar, nihaha diye kahkahalar atarsak onlar da bizi kapıdan mı atarlar, şık görünmek için abiye mi giysek, kuaföre mi uğrasaydık gibi son derece bizlik olmayan endişelere kapılıp kendimizi İstanbul Jazz Center’a attık. Elimiz mecbur bara oturduk çünkü masalara oturdunuz mu en az 40 liralık harcama yapmak zorunlu-kişi başı! Barın yüksek taburelerine kurulup giriş parası vermedikten sonra İstanbul Jazz Center güzel bir yer. Keyfinize keyif katmak için barda duran renkli, dev kibritleri çantanıza da atabilirsiniz isterseniz. Yine de harcama yapmaktan çekinmeyeceğiniz bir gün olması daha mantıklı buraya gittiğinizde, çünkü dediğim gibi Ortaköy’ün bu güzide mekanı başlıca içecek birayı bile baya pahalıya satmakta.

Bizim gittiğimiz Salı çıkan grup Aytek Şermet Bizz Band’di ve iyi güzel bir grup, ama repertuarları çok sakin ve yavaş tempolu şarkılarla dolu. Ayrıca davulda Ediz Hafızoğlu’nu izleyeceğimizi düşünerek gittik ama Burak Yavaş sanırım Ediz’i yiyip yerine geçmiş. Her halikarda “jazz’ın yavaşı beni bozar, çılgın eğlenmek istiyorum” diyorsanız tercihinizi başka bir gruptan yana kullanabilirsiniz. Ben şahsen Salı günleri çıkacak olan grupları takibe almış durumdayım. Ve iyi sanatçılar çıkacağı zaman da bu ladies night olayını sonuna kadar sömürmeye pek hevesliyim.

10 Aralık 2007 Pazartesi

O Kadar Elitiz ki Anlatamam


Bu haftanın mekânı Nardis Jazz Club. Caz dinlemekte olan veya yavaş yavaş caza giriş yapan İstanbulluların çok vakit geçmeden varlığından haberdar olduğu bir yer burası. Galata Kulesi'ne çok yakın olmasından dolayı tünelden aşağıya, müzik dükkânlarının arasından güzel bir yolculuk yapıp kısa sürede ulaşabiliyorsunuz mekâna.

Caz dinleyicisi denince nasıl bir görüntü geliyor sizin aklınıza bilmiyorum ama benim gözümün önüne sıkıcı kasıntı "entel dantel", erkeklerin pipo ile dolaştığı bir kitle gelmiyor. Huyum kurusun hiçbir zaman müzik konusunda algım prototipleri kabul etmemiştir. Rock'n rollun babası cazken, metal müzik İngilizce arabeskken beynim müzik dinleyicisi konusunda tek tip insan profilini kabul etmiyor. Nardis ise bu algıyı tamamen yıkabilecek bir yer. Girildiği andan itibaren çıt çıkarmayan insanlar, sessiz sakin müziği dinleyenler, sahnede coşan müzisyenlere sadece baş sallayarak tepki verenler...

Masaların üzerinde "Ses çıkarmadığınız ve cep telefonlarınızı kapalı tuttuğunuz için teşekkür ederiz." yazıyor. Bu yazı ile zaten çevrenize de şöyle bir göz attığınız için kasılıp kalıyorsunuz. Basçı bu dünyadan kopmuş kendinden geçmiş, piyanistin elleri hangi ara hangi tuşa basıyor belli değil ama ben sessiz kalacağım bir alkış patlatamayacağım öyle mi?

Kerem Görsev amcamıza işlettiği caz barla ilgili sorular sorulduğunda kendi mekânının farklı olduğunu söylemişti, çünkü sanatçıların orada takım elbise giyip sahneye çıktığını belirtmişti. Tam olarak böyle demese bile takım elbise giymek ve bunun iyi bir farklılık ölçütü olduğunu belirtmişti. O zaman da anlamamıştım şimdi de anlamıyorum. Şahsen sanatçıya saygı duymam için takım elbise ile karşımda durmasına hiç gerek yok. Pofuduk terlikleri ve tavşanlı pijaması ile karşıma çıksa da ben Dave Wackle’a saygıda kusur etmem. Anladığım kadarı ile cazcıların da seyirciye saygı duyması için seyircinin balmumu heykeli gibi dikilmesine gerek yok.

Gönül ister ki bir mekân olsun, blues caz ve türevleri dinlenebilsin, ama rahat bir ortam olsun. Edindiğim kısa deneyime göre Ghetto böyle bir yer. Ama daha bir kere gitmişliğim olduğu için Ghetto nedir ne değildir tam olarak bilemeyeceğim.

Her ne olursa olsun, konser aşkı her şeyin üstüne çıkıyor bir süre sonra. Saatlerce yol tepip, Taksim'e gidip, Galata Kulesi’ne kadar yürüyüp Nardis'e gidiyorum. Çünkü güzel gruplar çıkıyor ve fiyatları da öğrenci insanın karşılayabileceği düzeyde. Elimiz mecbur elimizde şarabımız, ancak başımızı oynatarak, sadece şarkı sonlarında alkışa abanarak güzel müziği dinleyip mutlu mesut geri dönüyoruz.

4 Aralık 2007 Salı

Hardcore Senkronizasyon


Pulp adlı mekânımız istiklal caddesinin İmam Adnan adlı sokağında ikamet eden bir rock-bar, hard-rock bar, hatta hard-core rock bar. Aynen Bronx gibi üniversitelilere hitap eder, ve hafif izbe, duman altı, vasat havalandırması ile “bildiğin bar işte” diye tabir ediğim sıradan bar kategorisine girer. Pulp da Bronx gibi piyasa bir mekândır. Piyasa derken de büyük ihtimalle 5 yıldan önce kapanmasına veya el değiştirmesini engel olacak kadar çok sayıda rock severin müdavimi olduğu yerlerdendir.

İşte bu Pulp adlı mekânda Wade diye bir grup çıkar yıllardır. Aslında isimlerini değiştirdiler ve Delta yaptılar, ama onları yıllarca Wade diye sevip bağrımıza bastıktan sonra yeni isimleri ile hitap etmeye daha alışabilmiş değilim. Wade 3 sabit eleman ve bir türlü kalıcılığını tutturamadıkları değişken üye davulcudan oluşmaktadır. Playlistleri Deftones, SOAD, Rage Against the Machine gibi grupların şarkılarını barındırır. Grup üyelerinin kim ve ne olduklarından tek tek bahsetmem de mümkün, ama adamları az çok tanıdığım için kişisel yorumum grubun müzikal performansıyla ilgili bilgilerimi bulandırabilir. Bu yüzden nerde ne okudukları, en sevdikleri tatlılarının ne olduğu, kaçıncı duble rakıdan sonra saçmalamaya başladıkları, ve uğurlu sayılarının ne olduğundan bahsetmeyeceğim.

Wade’i izlemek, izlerken zıplamak, zıplarken de kendinden geçmek hiç de zor değil, çünkü Wade karşınızda 4 adet ayrı grup elemanı gibi değil de tek vücut oluşturmuş mekanik bir müzik aleti gibi performans sergilemekte. Aynı anda zıplıyor (çaldığı enstrüman nedeniyle davulcu hariç) aynı anda duruluyor, şarkılarını bir albüm kalitesinde kusursuz çalıyorlar. Müzik aletlerine her zaman bu kadar hâkim miydiler, hayır. Ama geçen 2 sene içinde kendilerini baya bir geliştirdikleri kesin. Belki de sadece yan gelir niyetiyle başladıkları bu barda çalma serüveni belli ki önü açık bir atılım onlar için, çünkü daha geçenlerde Tuborg 12. Roxy müzik günlerinde özel ödül aldılar. Kendimi cidden büyük bir yetenek keşfetmiş gibi hissettim, oysa burada keşfetme konusunda böbürlenme hakkına sahip olan yetkili Tuborg, ya da Roxy, ya da hiçbiri değil ve sadece bu şirket ve bardan bağımsız olan jüri üyeleri. Sonuçta sadece Wade’in potansiyelini fark etmekle kalmadılar, onlara ödül verdiler, televizyonlarda müzik dergilerinde çıkma olanağı sağladılar. Benim ise sanırım şuana kadar 4 ten fazla adam götürmüşlüğüm yok galiba Pulp’a. Artık son zamanlarda eskiden olduğu gibi her hafta Pulp’a gidiyor olmasam da barlardaki bıdık izleyicileri dışında bir kitleye seslendiklerini bilmek güzel. Ama bu camia yer bitirir adamı, bu yüzden arkalarında sağlam bir destek olmadıkça tek bir klip çekerek bir yere varabileceklerini sanmıyorum. Onu da geçtim cover yapmak ayrı yeni bir beste güfte yapmak ayrı bir şey. Wade in şu anki bestelerinde bir acemilik, acelecilik var. Sözlerin ise üstünde daha çok ama çok durulmalı.

Önümüzdeki aylarda, üniversitede diplomasını aldıklarını alanlarda mı çalışacaklar yoksa inatla müziğe profesyonel düzeyde tutunmaya mı çalışacaklar bilmiyorum, ama bundan bir 10 sene sonra da ATWA’yı onlardan dinlemek için yine pıtı pıtı sahne önündeki yerimi hemen alırım ondan eminim.

3 Aralık 2007 Pazartesi

Pinhani: İç Burkar Gibi Ama Değil Gibi

İlk olarak İstanbul’da adlı şarkılarıyla müzik kanallarında yer aldılar da bu vesileyle kulaklarıma bayram günü yaşattılar Pinhani'nin eski Bakırköy tayfasından oluşmuş müzisyenleri. Kendilerini dinlediğim ilk andan itibaren bana lise döneminde olan veya lise döneminden yeni çıkmış gençlerin bunalımlarını buram buram yansıtan şarkılarıyla fazlasıyla Mor ve Ötesi'nin ilk dönemlerini hatırlattılar. Bu ruh halini ise aynen morların Şehir albümünde olduğu gibi çok sade ve içten kelimelerle ifade edebilme yeteneğine sahip Pinhani. Ancak şöyle bir fark var ki Pinhani'nin grup üyeleri Mor ve Ötesi'nin Şehir döneminde olduğu gibi lise tayfası değil. Ayrıca Mor ve Ötesi'nin 10 yıllık albüm ve konser macerası sonunda edindikleri izleyici kitlesini de müzik endüstrisinin günümüzdeki hali sayesinde şimdiden elde etmiş durumdalar.

Gittiğim iki Pinhani konserinde de ortamın bayağı kalabalık olduğunu, iğne atsan yere düşmüyor değilse bile, grubun hatırı sayılır bir izleyici gürühuyla karşı karşıya olduğunu söylemek mümkün. Aynı zamanda gelenlerin yaş ortalaması da 25 yaş ve üstü olarak tanımlanabilir. Bunda 2 sebep etkili olabilir birincisi çıktıkları mekân yani Balans giriş parası olsun, içip tıkınma parası olsun ücretlerini son derece yukarıda tutan bir mekân. Bir üniversite öğrencisinin yabancı bir gruba vereceği para ile yerli bir grubu Balans’ta dinlemesi aynı yere varıyor. Bu sebeple iki üç kuruşun tabiî ki hesabını yapacak olan üniversite öğrencisi çok değişik bir etkinlik olmadıkça paldır küldür Balans’a koşmayacaktır. İkinci sebep ise konserlerin hep hafta içi olması. Üniversite öğrencisini çok etkileyen bir olay değildir bu, ama kesin anasından babasından izin alacak olan ufaklıkları etkileyecek bir şeydir bir sonraki gün okulun olması. Bu yüzden Pinhani konseri kaliteli ama pahalı bir mekânda biraz ayrıcalıklı bir gruba verilmiş oluyor. Ayrıcalıklı derken gelenlerin mavi kan taşımıyor olduğunun farkındayım. Sadece bir konsere 25–30 milyon vermek, içerde de bira başı 10 milyon ödemek herkesin harcı değil.

Bütün bu para hesap kitap yorumları üstüne belirtmek gerekir ki bizler davetiye ile içeri giren kişilerden olup, davetiye dağıtan kurum, kuruluş, dernek ve örgütlere müteşekkir olarak izleyip ayrıldık konserden.

Grup ile ilgili yorumlara geri dönmek gerekirse mütevazı kelimesini bu gençler için kullanmak son derece uygundur ama aynı zamanda bir o kadar da yetersiz. Sahnede duruşları klipte duruşları gibi aynen. Sakin sakin çalıyorlar, arada teşekkür ediyorlar ve bazı şarkılar hakkında yorum yapıyorlar o kadar. Normalde sahnede coşan kuduran insanlar görmekten büyük zevk alan biri olarak bu sakinlik, “efendi çocuk” “helal süt emmiş” görünümlü çalgıcılar hiç de itici ve sinir bozucu gelmiyor insana. Bunun sırrı da çaldıkları şeyleri gerçekten hissederek ve zevkle söylemeleri. Çaldığı şarkıyla, enstrümanıyla bütünleşmiş bir insan ne kadar seyirciden koparsa kopsun o kişi kötü performansla suçlanamaz zaten. Ayrılık üzerine olan şarkılarını dinlerken “vah vah çocukcağız biraz önce sahne arkasında ayrıldı herhalde kız arkadaşından” diye düşünüyor insan. İstanbul’dayı dinlerken 5 dakika önce köyden geldi, ablası orospu oldu, abisi mafyaya katıldı, annesi babası da İstanbul’da geçinemeyince öldüler herhalde diye hissediyorsun. Bir insan nasıl o kadar içten İstanbul’da şarkısını söyleyebilir ki yoksa.

Herkes mutlaka en az bir Pinhani konserine gitsin kampanyası başlatmak istiyorum işte bu yüzden. Şarkı yazmak, bir müzik aleti çalmak, güzel söz yazmak kolay şey değil. Güzel sözle güzel melodiyi birleştirmek hiç kolay değil. Gelin varın güzel müzik ve güzel sözü birleştirdikten sonra üstüne bir de bir bar dolusu insanı ekstra sahne şovları olmadan etkileyebilmenin zorluğunu siz düşünün. Pinhani bunu başardığı için gidip izlenmelidir. Bu arada bu kadar yorum üstüne grubun deli divane hayranı olmadığımı belirtmem çok mu abes kaçar bilmiyorum, ama aslında öyle. Zaten artık yaşım başım bir grubun çığlık atan groupie’si olma yaşını geçti. O yüzden son derece içten bir “aferin adamlara” hissiyatıyla yazıyorum bu yazıyı.


Bir de ufak bir uyarı; bunalımlardan bunalımlara sıçrarken önce Yalnız Şarkı (Mor ve Ötesi) ondan sonra da Pinhani’den İstanbul’dayı dinlemeyin ardı ardına. Bir tür overdose, Golden Shot etkisi yaratacağına dair derin inançlarım var. Sarhoş olup eski sevgililerini arayan adamın durumu misali insanı kontrol edemediği depresif hezeyanlara iter bu şarkılar.En azından ergenken dinlemeyin, sonrasında umarım üzüntünüzle baş edecek beceriyi kazanmışsınızdır zaten.

blogger templates 3 columns | Make Money Online